Selim Badur, güncel verileri değerlendiriyor ve Covid-19 pandemisi üzerine yapılan son araştırmaları aktarıyor.
(1 Kasım 2021 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Selim Badur, merhabalar!
Selim Badur: Günaydın efendim, herkese iyi haftalar!
Özdeş Özbay: Günaydın!
SB: Kaldığınız yerden devam edeyim, konuyla ilintili olarak; bu COP26 etkinlikleri sırasında tabii tıp dünyası ve tıp dergileri de konuya eğildiler. Hemen Lancet dergisinden bir örnek vereyim; son sayısı 30 Ekim’de yayınlanan, iki gün önceki sayısında 21 tane yazı var. Özel sayı yapmış Lancet dergisi; COP26’dan başlıyor, Covid-19’la ilintilendiriliyor, daha sonra iklim krizinin sağlık alanındaki yok açacağı olumsuzluklar, örneğin hepsini saymayacağım ama “iklim krizi ve kanser”, “iklim krizi ve bulaşıcı hastalıklar”, çocuk sağlığı, astım, alerji, gıda alanındaki iklim krizinin yaratacağı olumsuzluklar, bunları lanse etti. 21 makalede ele alınmış. Bunları belki de indirip Açık Gazete’nin sitesinden ilgilenenlere sunmak mümkün.
ÖM: İyi olabilir, evet. Son derece değişik, önemli bir gelişme bu aslında iklim krizine Lancet gibi itibarlı bir tıp dergisinin, sağlık dergisinin böylesine girmesi. Özellikle hava kirliliğiyle ilgili bağlantıları gibi konular üzerine görebildiğim kadarıyla çok çarpıcı bilgiler yer alıyor.
SB: Evet ve sadece Lancet’te de kısıtlı değil. Hepsini saymam mümkün değil belki ama Elsevier gibi önemli bir yayınevinin EClinicalMedicine isimli dergisi, o da editoryal yapmış iklim krizi ve Covid-19 diye. İşte “yaşadığımız yıl içinde, işinizi gücünüzü bırakıp, dünyada bu iki şeyle mücadele etmeniz gerekiyor, mücadele edilmesi gereken en önemli, önde gelen konulardan biri iklim krizi birisi Covid-19” deyip bu iki sorunun arasındaki ilintiye dikkat çeken bir editoryal çıktı. Tüm bunlar konunun farklı uzmanlık alanlarında da ele alındığını, öneminin nasıl altının çizildiğini gösteriyor.
Covid-19’daki sayısal değerlerle başlayalım isterseniz bugünkü programıma. 246 milyonu geçti olgu sayısı. Yaşamını yitirenlerin sayısı da beş milyona yaklaştı. Günlük, geçen haftadan bugüne dek, her gün ortalama 436,491 yeni olgu eklenmiş. Türkiye bu John Hopkins Üniversitesi’nin sitesinde son 28 gün istatistiklerinde -yani son bir ay içindeki olgu sayısına göre bir sınıflama yapıyorlar, farklı sınıflandırma kriterleri var, bu da bir tanesi- uzun süreden beri üçüncü sırada değil, dördüncü sıraya düşmüş durumda. Son 28 gün içinde Türkiye’de 798.124 olgu çıkmış. Rusya’nın üzerindeydik, bu hafta Rusya bizim üzerimize çıktı. Tabii Rusya demişken dünyada olup bitenleri incelemek için sayısal değerlere ve ülkelerde olup bitenlere göz atmak, ülkeler turu yapmakta yarar var.
ÖM: Pardon ilk iki sırada ABD ve Brezilya mı var?
"Doğu Avrupa ülkelerindeki aşılamalarda büyük dengesizlik var"
SB: İngiltere var, sonrasında ABD, İngiltere, Rusya ve Türkiye. İlginçtir, Brezilya ve Hindistan gibi daha büyük nüfusa sahip ülkeler bizden sonra geliyorlar. Garip bir durum var; bu pek düşünülemeyebilir ama olgular daha çok Hindistan’dan, Afrika’dan, Brezilya’dan filan beklenirken Doğu Avrupa ülkelerinde garip bir gelişme var. Dünya nüfusunun %4’ü bu coğrafyada ama olguların %20’si doğu Avrupa ülkelerinden. Bu ilginç; özellikle bu bölgedeki artış çok fazla. Yani günde 83 binden fazla yeni olgu ekleniyor bu ülkelerden. Olguların sayısı toplam 20 milyonu aştı. Bir önceki haftaya oranla %18 artmış. Ağustos ayına oranla %60 oranında artış var Doğu Avrupa ülkelerinde. Bu çok büyük bir rakam. 42 ülkede artış var; örneğin Çek Cumhuriyeti’nde, Çekya’da geçen haftaya göre artış %124. Bu çok çarpıcı bir sayısal değer. Macaristan’da %104, Polonya’da %95. En çok olgu Rusya’da, Ukrayna’da ve Romanya’da var. Bu çok garip bir durum gerçekten. Doğu Avrupa ülkelerinde aşılanmada büyük dengesizlik var. Macaristan örneğin toplumun %62’sini en az bir dozda aşılamışken bu oran Ukrayna’da sadece %19. Rusya’da %36’lar civarında. Rusya garip bir gelişme gösteriyor; Rusya’da yapılan bir hesaplamaya göre her beş dakikada bir 120 yeni olgu saptanıyormuş, her beş dakikada bir… Çok çarpıcı bir gelişme. Doğu Avrupa ülkeleri arasında Rusya olguların %40’ını oluşturuyor neredeyse. Bu ülkede toplumun sadece %36’sı tek dozda; yani yeterli koruma sağlayacak bir oran değil bu. %36’sı ancak aşılanabilmiş, aşıya ulaşabilmiş. Bunlar çarpıcı değerler ama sadece Doğu Avrupa’da değil; bakın Fransa’ya, Batı Avrupa ülkelerinden bazı ülkeler için hani işleri yoluna koydu ağustos ayında, eylül ayında deniyordu. Fransa’da bir aylık bu iyimser tabloyu takip eden son bir hafta içinde olgularda %14, yoğun bakıma yatanlarda %12’lik artış var. Bu durumda işlerin sonuna geldiğimizi düşünmemek lazım. Birtakım ülkelerin sayısal değerlerine baktığımızda gerçekten işler pek iyi gitmiyor gibi. Üstelik de Avrupa ülkelerinden bahsediyoruz, gelişmekte olan ülkelere hiç değinmiyorum. Rusya’da Moskova tamamen kapandı, ulusal kapanmayı ise ötelemeye çalışıyorlar, çünkü bu da gerekecek herhalde. Sadece cuma günü yaşamını yitiren 1159 kişi vardı Rusya’da. 40.096 da yeni olgu vardı. Kapanan ülkelerden bir tanesi de -ya da yeniden kapanmaya gereksinim duyan- Çin. Çin’de kapanan üçüncü kent Moğolistan sınırındaki Heihe kenti ya da eyaleti diyeyim. Eyalet diyorum çünkü 1.6 milyon nüfusu var. Sokağa çıkma yasağı uygulanmaya başlandı ve toplu taşıma duracak bu bölgede. Neden bölgede önlem alıyorlar? Yeni olgular çıkıyor. Tabii sayılar öyle Rusya’daki gibi, Fransa’daki gibi ya da Türkiye’deki gibi yüksek değil; sadece 23 tane yeni olgu çıktığı için bu bölge tam kapanmaya gidiyor.
ÖM: Çin bayağı başarılı bir şey yaptı aslında mücadelede değil mi?
SB: Evet, yani bu konuda tabii bir takım batılı bilim insanları “Çin’in verilerine ne kadar güvenirsiniz?” gibi bir soru soruyor. Yapacak bir şey yok yani, gidip Çin’e saymamız ya da gözlememiz orada mümkün değil ama açıklanan sayı 23 ve önlemlerini çok sert bir şekilde, çok kararlı bir şekilde erken bir sürede ve kararlı bir şekilde uyguladıklarında bu başarıyı elde ediyorlar. Ona da diyecek bir şey yok. Kimden bulaşmış bu 23 yeni olgu, odak neymiş? O da saptanmış; Moğolistan’a giden emekli öğretmenler grubu Moğolistan’da enfekte olmuşlar ve oradan gelmiş. Bu da Çin’deki bulaş zincirini ya da bulaş sürecini açıklamak için saptanan bir bilgi. Farklı bilgiler de var; örneğin Brezilya’dan Bolsonaro’ya karşı oluşturulan bir suç dosyası vardı biliyorsunuz. Bunu inceleyen parlamento komisyonunun raportörü Renan Calheiros isimli bir kişi. Eski bakanlar, eşleri, Bolsonaro’nun üç oğlu… Hepsi seçilmişler. Bunların hepsinin suçlu olduğunu raporunda belirtmiş. Savunmasını yapan bu suçlanan kişiler de “ne yapılması gerekiyorsa onu yaptık” diye savunuyorlar kendilerini. Bu da bu konuya Brezilya’nın yaklaşımı. Tabii farklı ülkelerde…
ÖM: Peki insanlık suçu işlediklerini…
SB: Evet, böyle bir suçlama. Ciddi ve ağır bir şey bu. Bu arada birtakım ülkelerde açıyorlar; yine Brezilya örneği, Rio Jenero’da açık havada maske zorunluluğu kalktı. İsrail aşılı olan turistlere sınırlarını açtı. Kamboçya da öyle. Avustralya ise kendi ülkesinin dışında bulunan yurttaşlarının ülkeye girişi için daha fazla kolaylık -çünkü ciddi kısıtlamaları vardı- uyguladılar. Avustralyalılar kendi ülkelerine dönemiyorlardı. Buna olanak tanıdı.
ÖM: 530 küsur gün sonra ailelerde buluşma oldu diye…
Bugüne kadar yedi milyar doz aşıyla dünya nüfusunun yalnızca %49.4'ü tek doz aşılandı
SB: Evet. Afrika tabii aşılama oranlarına baktığımız zaman… Dünyada yedi milyarı geçti aşılanan, kullanılan doz sayısı. Ancak bütün dünyada kullanılan aşıların oranı, aşılama oranına baktığımızda dünya nüfusunun %49.4’ü tek dozla aşılanmış. Yani yedi milyar gibi bir sayı çok büyük görünse de küresel boyutta pek yeterli değil. Hele gelişmekte olan ülkelere baktığımız zaman bunlardaki aşılama oranı %3.6. Hâlâ korkunç düşük ama sadece aşı temininden ötürü kaynaklanmıyor bu olumsuzluk. DSÖ tarafından yeni bir rapor yayınlandı Afrika’da aşılama yapmak için enjektör konusunda çok ciddi bir sıkıntı olduğu üzerine. Şimdi DSÖ, önce işte “toplumsal bağışıklık için bir ülkedeki insanların %60’ı aşılanmalı” deniyordu, sonra varyantlar ortaya çıkınca bu oran %80’e çıkartıldı. Ancak bu şekilde bir toplumsal bağışıklık ve virüsün dolaşımının önüne geçebiliriz gibi bir görüş öne sürülmüştü. Evet %80 ile ancak toplumsal bağışıklık elde edilebilir ama Afrika için, “Afrika ülkelerinde en azından bari yıl sonuna kadar kıtanın %40’ı aşılansın” diyordu DSÖ. Ama gelinen noktada, Kasım’ın 1’i bugün, yetersiz olan %40 oranına sadece beş ülke erişebilecekmiş. Bunun nedenlerinden bir tanesi de DSÖ ve UNICEF’in bu raporu. Enjektör sıkıntısı hususunda, 2022 için 2.2 milyar enjektör gerekli ve enjektör bulunmadığı için; yani siz aşılansın deseniz de aşı zaten yok, aşı olsa da enjektör yok. Böyle de dramatik bir durum söz konusu Afrika kıtası için.
ÖM: Ne anlama geliyor enjektör bulunmaması?
SB: Aşıyı size yollasalar da neyle yapacaksınız o aşıyı?
ÖM: Neden bulunamıyor?
SB: Yok yetersiz, alamıyorlar.
ÖM: Zor bir şey mi imal etmek?
SB: Bilemiyorum onu, ticari boyutunu, ama pazar yoksa üretmiyorlar galiba. Yani birilerinin satın alması lazım, birilerinin parasını ödemesi lazım enjektörlerin.
ÖM: Bu tuhaf bir durum yani.
SB: Evet, ilginç ve tuhaf bir durum, haklısınız. Bu arada bütün bunlar olup biterken tabii birtakım kurumlar da “kimler bu pandemi sürecinden kazançlı çıkıyor?” diye sorulurken -artık herkes biliyor bu kurumları ama bir örnek olması açısından- bir rapor yayınlandı ve Microsoft, Twitter ve Youtube’un gelirlerinde %37-48 aralığında değişen bir artış gerçekleşmiş. Bu da herkes zararlı çıkıyor filan diyoruz, ama yoo kârlı çıkanlar da var bu olumsuz süreçten. Şimdi üç tane rapordan bahsedeceğim; bir tanesi kısaca GPMB, Global Preparedness Monitoring Board diye bir kuruluş. Bu kuruluş DSÖ ve Dünya Bankası’nın ortaklaşa kurdukları bağımsız bir yapı. GPMB kuruluşu dünya sağlığı konusunda gözlemler yapıyor ve bu grubun raporuna göre pandeminin ilk iki yılını kabaca değerlendirdiklerinde ilk yıla “hazırlıksız yakalanış damgasını vurdu” diyorlar. Ülkeler, pandemi planları kağıt üzerinde bulunsa da -örneğin ülkemizde de bir pandemi planı var basılmış, ciltlenmiş- gerçekten hazırlıksız yakalandı. Sağlık Bakanı ve bilim insanlarının hazırladığı planlar bunlar, ama bu ne kadar uygulanabildi? Bu bir soru işareti. Gerçekten “kâğıt üzerinde çeşitli ülkelerin pandemi planları olsa bile bunu hayata geçirişte bir olumsuzluk yaşandı ve bu nedenle pandeminin ilk yılına bu hazırlıksız yakalanış damgasını vurdu” diyor rapor. İkinci yılına ise eşitsizlikler ve yönetimlerin beceriksizliği damgasını vurmuş. Böyle bir rapor, ilginç bir rapor.
ÖM: Tekrarlar mısınız kim vermiş, hazırlamıştı bu raporu?
Türkiye'nin pandemi yönetiminden çıkarılacak üç ders
SB: Global Preparedness Monitoring Board isimli DSÖ ve Dünya Bankası’nın kurduğu bağımsız bir yapı bu. Bunlar böyle sağlıkla ilgili birtakım gelişmeleri izleyen bağımsız bir grup, bir gözlem grubu. Bunların raporu. Değinmek istediğim ikinci rapor, Türkiye’den İstanbul Politikalar Merkezi’nden Senem Aydın Düzgit, Mustafa Kutlay ve Fuat Keyman’ın imzasıyla çıkmış. Bunlar da “Politics of Pandemic Management in Turkey” diye Türkiye’deki bu süreci, yaşananları ve Covid-19’la ilgili pandemi sürecinde izlenen politikaların değerlendirmesini yapmışlar. Sonuç olarak “üç tane ders var çıkartılacak” diyorlar. Birincisi, merkezi otoriterinin yerel yönetimlerle iş birliği yapmamasının yarattığı olumsuzluk ve sıkıntılara, bu iş birliğinin gerçekleşmemesinin neden olduğu olumsuzluklara değiniyorlar. İkincisi, özellikle yine merkezi yönetimin bilim kurumları ve meslek örgütleriyle ilgili; örneğin Tabipler Birliği ve Tabip Odaları’nı, bunlarla ilgili iş birliğine gitmemelerinin özellikle bu merkezi otoritenin aldığı kararların topluma doğru yansımasında bir sorun yarattığını sayabiliriz. Bu nedenle bunun da bir olumsuz nokta olduğunun altını çizmişler. Üçüncü olarak da bu kez, bilim danışmanlarını gerçekten iyi kullanılıp kullanılmamasında, Bilim Kurulu ve hükümet politikası arasındaki uyumsuzluğunun altını çizmişler. Bu da Türkiye’ye ait İstanbul Politikalar Merkezi’nin raporu.
Üçüncü rapor ise dillendirmekte biraz geciktiğim bir rapor, bir süre olmuş yayınlanalı, Koç Üniversitesi’nden Gizem Uzunköprü ve Sibel Sakarya’dan; “Covid-19 infodemisi ve yönetimi: Türkiye ve dünya örneklerine karşılaştırmalı bir bakış”, İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü’nün yayınladığı rapor. İlginç tabii, bu infodeminin, bu bilgi kirliliğinin –“bir problemle ilgili aşırı ve çözümü zorlaştıracak miktarda bilgi olması” diye tanımlanıyor infodemi- bu bilgi bombardımanının ya da abartılı bilgi akışının, hani doğru mu yanlış mı onları çok gözetmeksizin yayılan haberlerin ne tür olumsuzluklara yol açtığını açıklayan bir rapor. Özellikle bu yanlış bilginin yol açtığı sorunlara değinmişler. Çok önemli birtakım saptamalar var; örneğin Covid-19 salgınında hastalığa yakalanmamak veya hastalığı tedavi etmek için kullanılan etkisiz, hatta zararlı yöntemlerle ilgili epey bilgi dolaştığına dair. Buna ait Türkiye’de de vardı; kelle paça ya da işte ağzını çalkala filan gibi ama bunlar belki masum birtakım yararsız önerilerdi. Çin kökenli bir ilaç, “Shuang-Huang-Lian” diye geleneksel Çin kökenli bir ilacın Koronavirüs tedavisinde işe yaradığı haberi yayılmış. Bunun kullanılmasıyla tüm stoklar tükenmiş ama birtakım sorunlar ve sağlık sorunları yaratmış. Türkiye’de de Adana’da kolonya içmişti birisi biliyorsunuz, böyle bir haber vardı. Bir diğer önemli nokta, kişilerin internetten elde ettikleri ön tanıya bağlı olarak çoğu zaman gereksiz endişeye kapılıp da sağlık kurumlarına başvurmaları. Sağlık kurumlarında anlamsız birtakım yığılmalara ve işgücü kaybına yol açmış. Diğeri, salgın dönemindeki panik nedeniyle alışveriş artışlarında Almanya’yla ilgili bir bilgi var; Almanya’da 2500 kişide yapılan bir araştırmada gıda alımında %34, el dezenfektanında %33, tuvalet kağıdında %26, ilaç alımında %19 artış saptanmış pandeminin ilk yılıyla ilgili.
ÖÖ: Siz alışveriş deyince ben de böyle bayağı giysi, ayakkabı falan zannettim!
SB: Hayır, şey çok ilginçti, bütün dünya değil Avrupa ülkelerinde en azından pandeminin başında tuvalet kağıdına olan rağbet inanılmaz.
ÖÖ: Bu ilginçmiş evet.
SB: Bir diğeri N95 maskeleri. Özel koşullarda kullanılması gereken N95 maskeleri daha iyi koruyor gerekçesiyle sokaktaki insanlar bu maskelerin peşinde koşmaya başladı. Rusya’da 2020’nin ocak ve nisan ayları arasında sahte ya da yalan yayın sayısı sekiz bine ulaşmış. Farklı sosyal medya platformlarında paylaşılan 152 adet dezenformasyon makalesi için yapılan 263 binden fazla etkileşimin, yol açabileceği ölümcül sonuçlar açısından özellikle endişe verici olduğunun altı vurgulanıyor. Son bir şey de Hans Rosenberg ve arkadaşları yaptıkları çalışmada 30 Mart 2020’den sonra Covid-19 etiketini içeren toplam 386 milyondan fazla twit gönderildiğini saptamışlar. Bunların Amerika’da nasıl bir misinformasyona ulaştığını anlatıyorlar. Kısacası bu Koç Üniversitesi’nden söylemekte geciktiğim bir rapor ama İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü’nün bir raporu orada yayınlanmış. Önemli bir infodemi olgusuna vurgu yapıyordu.
Turkovac aşısına dair planlar ne kadar gerçekçi?
Şimdi Türkiye’den bir haber; büyük bir olasılıkla perşembe sabahı Sayın Elbek ve Kayıhan Pala hocalar değineceklerdir ama Türkiye ile ilgili bir haber çıktı. Kısaca değineyim, daha sonra ayrıntısını kendilerine bırakayım. Bartın Üniversitesi’nde gerçekleştirilen etkinlikte Türkiye Sağlık Enstitüleri -kısaca TÜSED- Başkanı Prof. Dr. Erhan Akdoğan bir açıklama yapmış. İki doz aşı olanların üçüncü dozlarının bundan sonra Turkovac yani Türkiye’de üretilen aşıyla yapılacağını söylemiş. Bartın Üniversitesi’nin bir toplantısı bu; Dördüncü AR-GE Proje Pazarı -niye pazar olarak yansıtıyorlar bu bilimsel projeleri onu tam anlamadım ama- bu pazarın açılışında Bartın Üniversitesi rektörüyle bir konuşma yapmış Prof. Dr. Orhan Uzun ve demiş ki teknoloji üreten bir Türkiye hedefiyle geleceğe değer katan çalışmalar yaptıklarının altını çizip “stratejik önemi, yüksek katma değeri ya da küresel rekabet koşulları gereğince milli ve özgün olanı üretmeyi hedefledik” demiş. Bu milli aşı üretilecek -aşının bu yıl 22 Haziran tarihinde faz3 çalışmaları başladı- önce 2 doz Sinovac olanların, daha sonra da 2 doz Biontech aşısı olanların üçüncü dozları bundan sonra Turkovac ile yapılacakmış. Bizim bilebildiğimiz kadarıyla -en azından benim bilgim dahilinde- Turkovac aşısına ait herhangi bir bilimsel çalışma yayınlanmadı. Bu çalışmaların raporlarını, sonuçlarını, getirilerini, götürülerini görmeden bu şekilde “biz tamam uyguluyoruz” demek biraz erken. Çünkü geçen sene, hatırlayacaksınız 2020 yılından beri yerli aşıdan tutun, Rusya’dan alınan Sputnik aşısına, işte farklı aşıların Türkiye’ye gelip uygulanmasına ait çok fazla demeç ve açıklama yapıldı yetkililer tarafından ama ne yazık ki bunların bir kısmı demeyeyim neredeyse tamamı gerçekleşmedi. Bu durumda bu Bartın Üniversitesi’nin açılışı, AR-GE pazarlaması toplantısındaki Turkovac haberi güzel, iyi de bu ne kadar gerçekleşecek? Biraz temkinli davranmakta yarar var. Bunu niye söylüyorum? Bu toplantıda söylenenlerden toplumun çok büyük bir kısmı, özellikle İPSOS’un yaptığı araştırmalarda, Türkiye’de bir kesim, yani aşı olmamış olanlardan bir kesim “biz yerli aşıyı bekliyoruz” diyorlar. Türkiye’de üretilen aşı çıkınca aşı olacaklarını söylüyorlar. Acaba çok uzun süre bekleyecekler mi? Buna tabii bakmak lazım.
"ABD ve Kolombiya, 5-11 yaş grubunun aşılanmasına onay verdi"
İki kesimin aşılamasıyla ilgili gelişmeler var; bunlardan bir tanesi çocuklar. Çünkü ABD ve Kolombiya, 5-11 yaş grubunun aşılanmasına onay verdi. Bu aşılama planlamalarında, stratejilerinde önemli bir gelişme. ABD, FDA’nın Pfizer-Biontech aşısının bu yaş grubuna onay vermesi ile kararı aldı. Kolombiya daha da aşağıya çekti, 5 yaş değil 3-11 yaş grubunu -ki yedi milyon çocuk varmış ülkesinde- aşılama kararı aldı. Çocuklar için onaylanan aşıların içinde normalde 30 mikrogram antijen var. Çocuk grubu için pediatrik aşılar 10 mikrogram, yani 1/3’lük bir doz, daha az etkin madde var içinde ve Amerika aşılayacak bu çocukları. Neden böyle bir yola geçti? Erişkinler aşılanıyorlar ve yavaş yavaş erişkinlerin aşılanmasıyla ilintili olarak görülen olgu sayıları çocuk yaş grubuna kaydı. Mart ayında 12-29 yaş grubu hastalar tüm hastaların %15’iydi, bugün %33’ü. Enfeksiyonun adolesanlarda, gençlerde ve çocuklarda görülme olasılığı iki misli arttı. Bu nedenle beş yaşa kadar çocukların aşılanması kararını aldı ABD. Ancak Avrupa ülkeleri, örneğin Fransa 12 yaş altının aşılanması konusunu hâlâ tartışmakta. Şimdi neden çocuklar aşılanacak? Dediğim gibi bu yaş dilimine kaydı olgu sayıları; hastanelerin yükünü azaltmak, virüs bulaş zincirini kırmak, toplumsal bağışıklığı oluşturmak ve özellikle çocuklarda görülen bu kısaca MIS-C denilen -çok organlı bir sorun Kawasaki hastalığına benzeyen- hastalıkla az sayıda da olsa yaşamını kaybedenlerin önlenmesi için. Ama Fransa diyor ki “iyi hoş da Amerika’nın aldığı bu karara benim de birtakım itirazlarım var”, “Örneğin ağır olgular çocuk yaş grubunda çok ender görülüyor. Çocuk yaş grubunun aşılanması için gerekçeler genellikle ABD verilerine dayanıyor. Amerika’da 1.8 milyon çocuk hastalanmış, sadece 143’ü yaşamını yitirmiş, bunlar da obezite ve sağlık sistemine erişim sorunu olanlar. Avrupa’da durum bu kadar dramatik değil, bu kadar, bu boyutta değil çocuklarda” diyor. Onun için Fransa doğrusunu isterseniz biraz daha temkinli, “biraz daha Avrupa verisine ihtiyaç var” diyor. Bu da çocukluk çağındaki aşılanma konusunda farklı ülkelerin konuya bakışındaki farklılık.
Saat 9 oldu, ben süremi aşmayayım. Yine hep ötelediğim bu gebelerin aşılanma konusunu da artık haftaya, önümüzdeki pazartesi gününe o konuyla başlamakta yarar var ama çocukluk aşılamasına değinmek istedim bugün, çünkü öğrendiğimiz kadarıyla Ankara’da Bilim Kurulu’nda Türkiye’de çocuk yaş grubuna aşılama konusu tartışılmış ve Bilim Kurulu olumlu bakıyor. Sağlık Bakanı’nın bu konuyla ilgili bir aşılama kararı alması çocuklar için de söz konusu. Evet, size iyi haftalar deyip ben burada durayım isterseniz.
ÖM: Çok teşekkürler. Bu arada şeyi de bir kez daha ben de hatırlatayım; sizin sözünü ettiğiniz bu Lancet dergisinin çok kapsamlı bir şekilde iklim değişikliği ile Covid arasındaki ilişkileri ele alan pek çok makaleyi içerdiğini ve bunu bizim de dinleyicilerle paylaşma imkanını bulacağımızı bir kez daha hatırlatayım ben de.
SB: Peki, teşekkürler efendim, iyi yayınlar!
ÖM: Teşekkürler.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
SB: Görüşmek üzere, sağ olun!